Trend Watch

6 Kasım 2007 Salı

Akıldan geçenleri okuma

Akıldan geçenleri okuma konusu, artık bilimin tam menzili içine girdi. İnsan beyninin içinden geçen düşünceleri, özetle aklı okuma konusu bugüne kadar bilimin el atamayacağı bir alan sanılıyordu.
Ancak, son on yılda beyin görüntüleme teknolojisinde devrim yaratan gelişmeler sayesinde zihnimizden geçenleri gerçek zamanda okumak artık olası. Bugünlerde PET veya fMRI tarayıcısı olmayan üniversite veya eğitim hastanesi kalmamış durumda.
Bir zamanlar bilim adamları, insanların düşünme sistemleri gibi daha genel konularla ilgilenirken, şimdi bireysel motivasyon, arzu ve önyargılarla ilgili ayrıntıları gün ışığına çıkartmak gibi daha kişisel konular üzerinde yoğunlaşmayı tercih ediyor.
İnsanların hangi seçimleri neden yaptığı, en çok merak edilen konu. Bu konuyla, mal ve hizmet satmak isteyen pazarlamacılardan tutun, siyasilere, sigortacılara kadar çok geniş bir kesim ilgileniyor.
Beyin görüntüleme teknolojisinin geleceği en parlak alanı, yaptığımız seçimlerin nedenlerini anlamaya yönelik araştırmalardır. Ekonomist ve stratejistlerin en büyük merakı bu tür tahminlerde bulunmaktır. Bunlar, karar alma kurallarını belirlemek amacıyla matematiğin oyun kuramı adı verilen stratejik bir alanını yeniden ele alıp düzenlediler.
Ne yazık ki mantıklarından çok duygularıyla hareket eden insanoğlu, matematiksel formüllere göre davranmadığı için bilim adamları büyük düş kırıklığı yaşadı.
Şimdi, oyun kuramını beyin görüntüleme teknolojisi ile birleştiren bilim adamları, insanların niçin her zaman mantıklı kararlar alamadığını, duygu ve sosyal faktörlerin yaptığımız seçimlerin rolünü anlamaya çalışıyorlar.
Hálihazırda tek bir nöronun faaliyet şekline bakarak bir maymunun seçimini hangi seçeneklerden yana kullanacağını tahmin etmek olası.
Bundan sonra sıra bize mi gelecek?
Sizin dışınızdaki insanlar bu teknolojilerden yararlanarak ne istediğinizi belirlerlerse, isteklerinizi manipüle edebilirler mi?
Reklam ajansları ve pazarlamacılar onlarca yıldır bunu yapmaya çalışıyorlar, ancak kullandıkları yöntemler tam bilimsel değil.
Şimdi, nöro-pazarlama adı verilen ve yeni gelişmekte olan bilim dalı sayesinde, mal ve hizmetlerin satışı ileri teknoloji içeren yöntemlerle yapılacak.
Dehşet sonuçlar olabilir
Beyin görüntüleme teknolojisinin insanlar üzerinde denenmesine herkes sıcak bakmıyor. Tüketici grupları, çokuluslu şirketlerin beyinlerimizin içine girerek 'tüket düğmesini' tetikleme olasılığı karşısında dehşete düştüklerini belirtiyor.
Ancak bilim adamları elde ettikleri bulguların bu kadar doğrudan müdahalelere yol açacak kadar somut olmadığını, yalnızca satış işlemlerini daha etik bir tabana oturtacağını ileri sürüyor.
Eğer bütün bu gelişmeleri özgür iradenize ve özel yaşamınıza bir müdahale olarak algılıyorsanız, daha başınıza gelecekleri bilmiyorsunuz demektir.
Beyin görüntüleme teknolojisi sizin en gizli düşüncelerinizi de ortaya dökebilir.
Şimdiden ırkçı önyargılar, kandırma, kişilik ve cinsel fanteziler gibi konularda yoğun çalışmalar yapılıyor.
Bilim adamlarının aldığı önlemlere karşın, bu teknolojinin günlük yaşantımıza girmesinin an meselesi olduğu ileri sürülüyor.
Etik açıdan bir mayın tarlasına benzetilen bu teknoloji, pek çok sorunu da beraberinde getiriyor.
İnsanların beyinlerinin zorla tarandığı bir dönem gelecek mi?
Sonuçlar sigorta primlerinin yükselmesine yol açacak mı?
Bu teknoloji insanların mesleki geleceklerini nasıl etkileyecek?
Mahkemelerde verilen cezaları nasıl etkileyecek?
Kısaca, beyin tarama teknolojisinin geleceği nasıl olursa olsun, olası sonuçları hakkında şimdiden düşünmemiz gerekiyor.
'Akıl okuma'ya doğru büyük adımlar
'OYUN KURAMI' VE NÜKLEER SAVAŞ: 1950'li yıllarda Soğuk Savaş'ın tüm hızıyla devam ettiği yıllarda RAND Corporation adı verilen strateji üreten think-tank kuruluşu, nükleer silah kullanımı konusunda Başkan Truman'ı uyardı.
Kuruluş, Sovyetlerin nükleer silahlara sahip olduğunu, kendilerinde de aynı silahların bulunduğunu, böylece Sovyetler ABD'ye saldırmadan, ABD'nin Sovyetlere saldırmasının daha doğru olacağını söyledi.
Bu, oyun kuramına göre, en mantıklı hareket tarzıydı. Düğmeye basmama yönünde alınacak ortak karar iki tarafa da avantaj sağlamakla birlikte, işbirliği bazı riskleri de beraberinde getirecekti.
Çünkü karşı taraf ilk adımı attığı takdirde her şeyi yitirme riski çok yüksekti. RAND'a göre bu durumda ilk adımı atmak ve sonuçları beklemek en doğru stratejiydi.
Tarihi kayıtlara göre Truman'ın tercihi farklı oldu. Ayrıca Sovyetlerin de nükleer silahlarını kontrol altında tutmayı tercih ettiği görüldü.
Bu durumda RAND'da çalışan matematikçiler nasıl bu kadar yanılabildiler?
Mantıklı bir durum analizine göre RAND'ın hatası, karar alma sürecinde belirleyici faktörün bilim olduğu yönündeki inançlarıydı.
Teksas, Houston'daki Baylor College, Tıp Fakültesi'nden Read Montague, karar verme sürecinin bir bilim olarak insanlara yol göstereceğine inanıyor.
Montague'ye göre Truman'ın danışmanlarının hatası, en iyi kararların mantıklı olacağı yönündeki yanlış inançlarıydı.
Beynin nasıl çalıştığını inceleyen Montague ve diğer bilim adamları, aldığımız kararların duygular, sosyal faktörler ve belirsizlik gibi karmaşık faktörlerden nasıl etkilendiğini ortaya çıkarttı.
Ayrıca nihai kararımızı vermeden önce alternatif seçeneklerin artı ve eksilerini nasıl değerlendirdiğimiz de bu taramalar sonucu belirginleşti.
Seçenekler ve yaşam
Karar verme konusunda bilimsel yaklaşımı benimsemek sanıldığı kadar kolay değil.
Yaşantımızın önemli bir kısmı yaptığımız seçeneklerle biçimleniyor.
Her gün sayısız seçim yapıyoruz.
Sözgelimi hangi kitabı okuyacağımız, kiminle flört edeceğimiz, paramızı nasıl değerlendireceğimiz ve maaşımıza ne zaman zam isteyeceğimiz gibi kararlar, bugünü olduğu kadar geleceğimizi de etkiliyor.
Ekonomistler ve stratejistler beynimizin içinde neler olup bittiğini anlamaya can atıyor. Ayrıca bizler de bu şekilde istediklerimizi niçin istediğimizi anlayabiliriz
Hatta, son elde edilen bulgulara göre, depresyon, demans ve bağımlılık gibi karar alma sürecinin doğru işlemediği psikolojik durumlarda, bu yeni tarama yöntemlerinden tedavi amacıyla yararlanılabilecek.
Oyun kuramı, matematiksel bağlamda karar verme sürecini anlamak için atılan somut bir adım olarak değerlendirilebilir.
Bu kuramın mimarı olan matematikçi John von Neumann, 1950'li yıllarda RAND Corporation'da oldukça etkiliydi.
Öyle ki insanların mantıkları doğrultusunda hareket ettiklerine inandığı için kendi ülkesini korumak için önceden davranma kararının Ğnükleer silahları Sovyetlerden önce tetikleme- en ateşli savunucularından biri olup çıktı.
Ancak bu tarihten sonra yapılan bilimsel çalışmalar, insanların gerçek yaşamda matematiksel modellerin öngördüğü şekilde davranmadıklarını ortaya koyuyordu.
'Tutuklunun çelişkisi' adı verilen bir oyunda ĞTruman'ın karşı karşıya kaldığı çelişki- matematik şöyle söyler:
Mantıklarıyla hareket eden iki oyuncu, oyundan çekildikleri takdirde daha fazla kazanacaklarsa, ödülü kazanmak için işbirliği yapmazlar.
Bu oyunun psikoloji ve ekonomi gibi alanlarda çeşitli kereler tekrarlanması sonucunda Von Neumann'ın hatalı olduğu anlaşıldı, çünkü insanlar mantıklarıyla hareket etmiyorlardı. Yarım yüzyıl sonra bunun niçin böyle olduğunu beyin tarama teknolojileri yardımıyla anlıyoruz.
Değerlendirme merkezi
İki yıl önce Atlanta'daki Emory Üniversitesi'nden Gregory Berns, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) teknolojisinden yararlanarak, aynı hasma karşı, 'Tutuklunun çelişkisi' adı verilen oyunu çeşitli kereler oynayan 36 kadının beyinlerini taradı. Berns'in denekleri işbirliği yaptığı zaman orbitofrontal korteks ve striatum (çizgili cisim) denilen beyin merkezleri faal duruma geçiyordu. Bu bölgeler ödül işleme ve tekrarlama yoluyla öğrenme süreçleriyle ilgilidir.
Dahası, deneklerle daha sonra yapılan söyleşilerde, oyunu terk etmek gibi bir stratejinin, daha avantajlı olmakla birlikte, insanı mutsuz eden bir davranış şekli olduğu için tercih edilmediğini belirttiler.
Sonuçta spesifik bir davranışın artı ve eksilerini değerlendirdiğimiz zaman yalnızca maddi kazançları göz önünde bulundurmayız. Duygusal ve sosyal içerikli olanlar da önemlidir.
'İşbirliği yapmak maddi açıdan daha riskli olabilir, çünkü sonunda hiçbir şey kazanmayabilirsiniz' diye konuşan Berns, 'Ancak oyunu terk etmek sosyal risk içerir. Bu davranış insanları arkadan vurmak şeklinde algılanabilir' diyor.
Hepimiz nihai sonuca ulaşmak için çeşitli unsurlara farklı değerler biçeriz. Berns'e göre burada şu çelişki söz konusudur: 'Daha fazla para mı, yoksa daha iyi bir insan olarak tanınmak mı? Ancak bu ikilem bizim gözümüzü korkutmuyor. Yüzeysel olarak, problem elma ve armutları karşılaştırmaya benzese de, beyin ortak bir birim altında bütün artı ve eksileri değerlendirir. Beyinde bu ortak birimin hesaplandığı noktayı tespit edebilirsek, insanların aldığı kararlarla ilgili tahminlerde bulunmaya yarayacak anahtarı ele geçirmiş oluruz.'
Berns'in fMRI taramaları bu amaca yönelik iyi bir başlangıç noktası oluşturdu. Bu taramalara göre orbitofrontal-striatal devrelerde ne kadar çok faaliyet varsa, deneklerin işbirliği yapmaya o kadar yatkın oldukları ve bu devrelerin karar alma sürecinde çok önemli bir rol oynadıkları
görülüyordu. Bu merkezlerin amigdal gibi duyguların işlemden geçtiği bölgelerle sıkı sıkıya bağlantısı vardı.
İnsanda süreç karmaşık
2002 yılında Montague ve Berns sistematik olarak orbitofrontal-striatal devrelerin spesifik durumlara nasıl tepki verdiğini sistematik olarak araştırmaya karar verdi.
Bunun için, o tarihe kadar beyin tarama ve davranışsal çalışmalardan elde edilen verileri bir araya getirdiler.
Denek olarak maymunların kullanıldığı deneylerde, tüm bulguların arasında belirgin bir düzen olup olmadığını araştırmaya başladılar.
İkilinin bu öncü çalışması, New York Üniversitesi'nden Paul Glimcher'in araştırmalarına ışık tuttu. Glimcher, yalnızca oyun kuramının öngördüğü mantıksal davranışlar çerçevesinde, maymunların alacağı kararları tahmin etmenin mümkün olamayacağını kanıtladı.
Maymunlarla karşılaştırıldığında insanların karar alma sürecinde daha karmaşık bir yapının söz konusu olduğuna dikkat çeken Berns, orbitofrontal-striatal ağ üzerindeki faaliyetlere bakarak, bazı insanların uzun vadede elde edecekleri yararlar için kısa vadedeki yararları niçin feda ettiklerini anlayabileceklerini umuyor.
Toplumsal ölçüm
Birkaç yıl önce bilim adamları karar vermenin toplumsal yönünü araştırmak için çok sayıda insanın beynini aynı anda taramak gerektiğine karar verdiler.
Bunun için hiper tarama adı verilen bir teknik geliştirdiler. Bu teknikte insanların beyinlerinin görüntülerini çeken fMRI cihazları internet üzerinden birbirine bağlanıyor ve bunların tepkilerini gerçek zamanda birbiri ile karşılaştırmak mümkün oluyordu.
Bu çalışmanın önemi, insanların tür olarak başarısının, çevremizdeki insanlardan neyin iyi neyin kötü olduğunu öğrenme yeteneğine bağlı olduğunun bilimsel olarak kanıtlamasıydı.
Bu taklit etme yeteneği, borsadaki dalgalanmalara yol açan toplu alım ve satımların altındaki gerekçeyi açıklayabiliyor.
Bilim adamları bir gün insanların aldıkları kararların altında yatan nörobiyolojik modeli ortaya çıkartabilirlerse, bunun doğuracağı sonuçlar hayal gücünün sınırlarını zorlayabilecek kadar uçuk olabilir.
Sözgelimi işvereniniz sizin ne istediğinizi ve niçin istediğinizi bilirse, basit bir MRI ile sizi tatmin edecek minimum ücreti tespit edebilir.
Düşünceyi okumak
Ancak bu teknolojinin olumlu kullanım alanları da olabilir. Sözgelimi işveren size en uygun işi tespit etmek için MRI ile spesifik motivasyonlarınızı ortaya çıkartabilir.
New Scientist isimli bilim dergisinin 31 Temmuz 2004 tarihli sayısından aldığımız bu yazıya gore, ekonomistler ve politikacılar insanların alacağı kararlarla ilgili tahminlerde bulunmaya can atıyorlar.
Politikacıların pek çoğu insanları neyin yönlendirdiği konusunda daha derin bilgilere sahip olurlarsa, seçmenleri manipüle etme şansına da kavuşabilirler.
Ayrıca borsalardaki dalgalanmalar bugünkü kadar inişli/çıkışlı olmayabilir.
Hatta RAND Corporation ABD başkanlarına, Truman'a verdiklerinden daha gerçekçi öneriler sunabilirler. Başkanların bu önerileri ne kadar ciddiye alacağı ise ayrı bir konu.
1- Orbifrontal
Kortek
Alın lobunun bir bölümünde yer alan bu bölge, Amigdala ile birleşir. Bu da bu kısmın karar almanın bilişsel ve duygusal alanlarında önemli bir rol oynadığını gösterir.
2- Medyal
Prefrontal
Korteks
Bir kişi birisini veya bir şeyi başka bir şeyle özdeleştirdiği zaman faal duruma geçer.
3- Striatum
Beynin orta kısmında yer alan bu bölüm, ödül alma ile ilgili duyguları düzenler.
4- Putamen
Bu Striatum'un bir parçası. İnsanlar sevdikleri bir şeye taktıkları veya sevdikleri bir kişiyi gördükleri zaman faaliyete geçer.
5- Limbik
Sistem
Duyguları işleyen merkez.
6- Amigdala
Başta korku olmak üzere duygularla ilgili bölüm.
KAYNAK:
http://www.hurriyet.com.tr

GEN HEDEFLEME YÖNTEMİ

Bu yılki Nobel tıp ödülü, gen teknolojisi alanındaki çalışmalarında yeni bir teknik geliştiren üç bilim adamının oldu. Amerikalı uzmanlar Oliver Smithies ve Mario R. Capecchi ile İngiliz Martin Evans, haberi "harika bir sürpriz" olarak yorumladı.
Üç bilim adamının 'gen hedefleme' adını koydukları yöntem sayesinde, farelerin kök hücrelerinde yapılan değişikliklerle insanlarda görülen bazı hastalıkların ortaya çıkması sağlandı. Nobel Komitesi, bu yöntem sayesinde kanser ve kalp hastalığı gibi birçok hastalığın daha iyi anlaşılabildiğini bildirdi.
Komite, ödülün sahiplerini ilan ederken yaptığı açıklamada, gen işlevlerinin anlaşılmasını sağlayan yöntemin insanlığa faydalarının yıllar boyu artarak süreceğini kaydetti. Örneğin bilim adamları hastalıkların genel olarak sağlıklı görünen kişilerde nasıl ortaya çıkabildiğini kavradı. Yaşlanma sürecinin nasıl geliştiği ve embriyonun rahimde nasıl büyüdüğüne dair yeni bilgiler elde edildi.
GEN HEDEFLEME YÖNTEMİ NASIL İŞLİYOR?
Bu yöntem bazı genlerin devre dışı bırakılmasına dayanıyor. Bu şekilde uzmanlar bazı genleri devre dışı bıraktıklarında etkisini gözlemleyerek her bir genin hastalığın gelişimindeki rolünü belirlemeye çalışıyor.
Şimdiye dek farelerdeki genlerin 10 bininde bu yöntem denendi. Genlerin diğer yarısı üzerindeki çalışmaların da yakında tamamlanması bekleniyor. Yöntem sayesinde kalp-damar hastalıkları, sinir sistemini etkileyen hastalıklar, şeker ve kanser alanlarında 500 farklı gen modeli geliştirildi.
1 milyon 540 bin dolar tutarlı ödülü paylaşan bilim adamları, daha sonra gen hedefleme yönetimini kullanarak başka önemli ilerlemeler de kaydettiler.
Utah Üniversitesi uzmanlarından Profesör Capecchi, bu şekilde genlerin organ gelişimindeki rolünü ve vücudun bütünündeki planlamayı inceledi. Cardiff Üniversitesi'nden Martin Evans, kalıtsal olan kistik fibroz hastalığı üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Kuzey Carolina Üniversitesi'nden Profesör Smithies ise yüksek tansiyon ve damar çeperinde kalınlaşma gibi yaygın hastalıklar için farelerde gen modelleri geliştirdi.
Nobel Tıp Ödülü, Alfred Nobel adına her yıl altı dalda verilen ödüllerin ilki. Bu ödül geçen yıl da Ribo Nükleik Asit (RNA)'nın bazı genleri nasıl devre dışı bıraktığını inceleyen Andrew Fire ve Craig Mello'ya verilmişti. Kimya, fizik, edebiyat, ekonomi ve barış dallarındaki ödüllerin sahipleri de önümüzdeki günlerde açıklanacak.

DNA nedir?

DNA Alm. Deutscher Normenausschuss, Fr. Acide desoxyribonucleique, İng. Desoxyribonucleic asid. Kalıtımda rol oynayan organik bir molekül. Bir nükleik asit çeşidi. “Deoksiribo nükleik asit” adını alır. Kısaca “DNA” olarak gösterilir. Canlılarda yönetici bir moleküldür. Hücrenin protein ve enzim sentezinde rol oynar. Ayrıca yeni bir hücre meydana getirecek gerekli elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esasını teşkil eder. İlk defa A.F.Mıescwer adlı bir araştırıcı 19. yüzyılın sonlarında hücre çekirdeğini incelerken bu maddeleri fark etmiştir. Ökaryotik hücrelerde DNA başlıca çekirdekte bulunmakla beraber az olarak mitokondri ve kloroplastlarda da vardır. Hücre çekirdeğinde bulunan kromatin, DNA ve buna bağlı proteinlerden yapılmıştır. 1953 senesinde Watson ve Crick adlı araştırıcılar hazırladıkları modeller üzerine DNA yapısını açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre; DNA teorik olarak sonsuz uzunlukta ve birbirine sarmal olarak dolanmış yanyana iki molekül zinciridir. Bu, hayali bir eksene sarılı bir ip merdivenine benzetilebilir. Merdivenin kenarları bir şeker molekülü (deoksiriboz) ile fosforlu bir molekülden meydana gelir. Merdiven basamaklarının arasında gevşek hidrojen bağlarıyla birbirini çeken pürin ve pirimidin denilen azotlu bazlar bulunur. Bu basamaklar merdivenin kenarındaki şeker moleküllerine bağlıdır. DNA’daki azotlu bazlar iki gruptur: Pürin bazları adenin ve guanin; pirimidin bazları ise sitozin ve timindir. Bunların molekül durumları şöyledir ki, bir adenin ancak bir timinle ve bir sitozin ancak bir guaninle birleşebilir. Bunlar pratikte baş harfleri ile gösterilir. Bu duruma göre her kademede ancak 4 çift baz bulunabilir. A-T, T-A, G-S, S-G. Her DNA molekülünde; adenin (A) molekül sayısı, timin (T) molekül sayısına eşittir ve ancak birbirleriyle karşılıklı bağ yapabilirler. Birbiriyle oranları 1’dir (A/T=1). Aynı durumlar guanin (G) ile sitozin (S) arasında da mevcuttur (G/S=1). Ancak (G+S)/(A+T) oranı 1’e eşit değildir. Bu oran bütün DNA’larda farklı olabilmektedir. Adeninle timin arasında çift hidrojen bağı (A = = = T) bulunur. Sitozinle guanin arasında ise üç hidrojen bağı (S º º º G) mevcuttur. Bir baz çifti, yapısı itibariyle yakınındaki baz çiftlerini etkilemez. Bu azotlu baz-şeker-fosfat topluluğuna “nükleotit” denir. DNA, bir nükleik asit olup, temel birimi “nükleotit”tir. DNA’nın bütün nükleotitlerinde şeker ve fosfor grupları aynıdır. Nükleotitlerin farklılığı taşıdıkları bazlardan kaynaklanır. Nükleotitler taşıdıkları azotlu bazlara göre adlandırılırlar: Adenin nükleotit, guanin nükleotit, timin nükleotit, sitozin nükleotit. Bu DNA molekülünü yapan nükleotitlerin belirli bir sıra ve düzenle dizilmeleriyle molekül boyunca gen blokları meydana gelir. Sadece şeker ve bazdan oluşan birleşime ise nükleosit denir. DNA molekülündeki sarmallık sağa doğrudur, her on çift nükleotitte tam bir tur tamamlanır. DNA genetik bilgi deposudur. Mikroskopla bile görülemeyen bu sayılamayacak kadar bilgiler, gayet muntazam olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunun planını içinde taşıyan bu muhteşem yapı kendisini inceleyen ilim adamlarını hayretler içinde bırakmakta ve DNA’dan bahseden ilmi eserlerin pek çoğunda bunu yaratanın azamet ve büyüklüğü dile getirilmektedir. DNA’nın iki görevi vardır: Birincisi hücre bölünmesinin hazırlıkları sırasında kendi kopyasını yapmasıdır. Kromozomların ikiye bölünmesi sırasında DNA molekülü kendisinin bir kopyasını yapar, buna replikasyon veya duplikasyon denir. Bu olay yavru kromozomda aynı kısımların bulunabilmesi için gereklidir. DNA’nın kendini eşlemesi esnasında, iki sarmal ipliği bir arada tutan hidrojen bağları adeta bir fermuar gibi açılır. Açıkta kalan pürin ve pirimidin nükleotitlerin uçları, hücrede önceden sentezlenmiş nükleotitlerle tamamlanır. Böylece birbirinin aynı olan iki DNA meydana gelmiş olur. Hücre bölünmesinde her biri bir hücreye gider. İkinci görevi, kendinde toplanmış olan bilgiyi RNA’ya (Ribonükleik asit) vermesidir. Bu işleme transkripsiyon denir. Transkripsiyonun esası DNA kalıbı üzerinden RNA’nın direkt olarak sentezlenmesidir. Böylece DNA’daki bilgi RNA’ya aktarılmış olur. RNA’daki toplanan bilgi ribozomlarda tercüme edilerek protein, enzim gibi maddelerin sentezinde kullanılır. Kromozomlarda bulunan genler DNA yapısındadır. Her canlı bireyin ve neslinin hayat planı hücre hafızasını meydana getirir. DNA molekülleri şifrelerle kodlanmıştır. DNA’nın yapısına giren bazların (A,T,G,S) her biri şifre sembolü olarak kullanılır. Hayatın dili bu dört harfli alfabeyle DNA moleküllerinde yazılmaktadır. DNA’nın ipliklerinde ard arda gelen üç nükleotit bazı bir mana (şifre) ifade eder. Dört farklı nükleotitle arka arkaya 64 şifre kodlanabilir (AAA, AAS, AAG, AGS, vb.). Şifrelerin DNA’daki sıralanışlarının değişmesiyle ise binlerce mana ifade edilebilir. DNA’lar, kendilerinin kopyalarını yaparak, üreme hücreleriyle hayat şifrelerini nesilden nesile iletirler. Canlıların vücut yapılarının ve karakterlerinin (mavi gözlülük, kıvırcık saçlılık, çekik gözlülük vs.) cansız bir molekülde şifrelenmesi ve bu molekülün otomatik olarak kendisinin kopyasını yapabilmesi, daha açık bir ifadeyle hayat sırrını kendinde kapsaması özelliğine fen adamları hayretle bakmakta ve bunların ancak ilahi bir kudretle mümkün olabileceğini ifade etmektedirler. Bazı sebeplerden dolayı DNA’daki genlerde yapı değişiklikleri görülebilmektedir. Bu değişmeler yavru hücrelere de aynen geçer. Bu durum bazan kansere sebeb olabilmektedir.
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi