Trend Watch

18 Aralık 2007 Salı

GEN ARAŞTIRMALARI

İnsan vücudunun genetik haritasını çıkarma çalışması iki yıl önce bilimadamlarından oluşan bir uluslararası grup tarafından tamamlanmıştı. Bilimadamları şimdi de hayvanların, bakterilerin ve virüslerin genetik haritalarını çıkarmaya çalışıyor. Bütün bu çalışmaların hastalıklarla mücadele alanında yeni imkanlar yarattığı görülüyor.
Her organizmanın kendine özgü bir genetik yapısı var. İnsanın genetik haritası üzerindeki yoğun çalışma 13 yıl sürdü ve insan genlerinin nasıl sıralandığı ortaya çıkarıldı.
Bir organizmanın genetik bilgileri kimyasal yapıdaki DNA’lar ve kromozomlarda saklanıyor. İnsanın gen haritasını çıkarma çalışması sırasında DNA içinde en az 25 bin gen belirlendi. DNA’lar, hücreler içinde çok yakın aralarla sıralanmış kromozomlara paralel olarak yeralıyor. İşte DNA’ların sıralanış biçimi, farklı genetik profilleri ortaya çıkarıyor. Amerika’nın Los Alamos Ulusal Laboratuvarı bilimadamlarından Tom Brettin, bugüne kadar belirlenen ve genetik sebeplerden kaynaklanan dört bin ayrı hastalığın teşhis ve tedavisi alanında çalışıyor:
“Bu hastalıkların anne ya da babadan çocuğa geçtiğini biliyoruz ama tam olarak sebebini bilemiyoruz. İnsan kromozomlarının sıralanış biçimine ve kimyasal yapısına bakarak ve bunu aynı aile içindeki sağlıklı bir kişiyle kıyaslayarak hastadaki özellikleri anlayabiliriz.”
Genetik tedavi ya da genlerin manipülasyonu şu anda kullanılan bir yöntem ve bu yolla kalıtımsal hastalıkların çoğunun önlenebileceği düşünülüyor. İlaçlar bile bireyin genetik yapısına uygun olarak hazırlanabilecek. Ancak araştırmacı Tom Brettin’e göre, önce, bazı ilaçların aynı hastalığa yakalanmış farklı insanlarda neden farklı sonuçlar verdiğini anlamak gerekiyor:
“Örneğin aynı tür kanserin tedavisinde farklı bireylerde farklı sonuçlar alınabiliyor. Şu andaki varsayıma göre, tedavi gören bireylerin koromozom yapısı farklı olduğu için bu durum ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, insan kromozomlarının sıralanış biçimine bakarak en iyi tedavi yöntemini bulabiliriz diye düşünüyoruz.”
Bugün genler konusunda daha çok bilgi sahibi olduğumuz kesin. Ancak genlerin nasıl çalıştığı hala tam olarak bilinmiyor. Genler, toplam genetik haritanın üçte ikisini oluşturuyor ve bilimadamlarının öğrenmesi gereken daha çok şey var. Araştırmacı Tom Brettin anlatıyor:
“Eldeki bilgilerin ancak yüzde bir’inin, ne anlama geldiğini biliyoruz. Genler, kromozomların sadece küçük bir parçası. Ama genler arasında geniş alanlar var ve bunların insan vücudunun gelişmesinde ya da bir hastalığın başlamasında ne gibi bir rol oynadığını hiç bilmiyoruz.”
Ancak uzman, genetik araştırmalarda kaydedilen ilerlemenin, tıpta devrim yarattığını söylüyor:
“Açıkçası, 21’inci yüzyılda insan sağlığı konusundaki bilgiler çok değişecek. Birey bir hastalığa yatkınsa, hayat tarzını değiştirerek hastalığın başlamasını önlemek belki mümkün olacak... Gen haritasını iyi anlayarak her bireyin özelliklerine göre tedavi yöntemleri belirlemek söz konusu olabilecek...”
Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’nda, bakterilerin genetik kodunu çözümleme yönünde çalışmalar da devam ediyor. Bu çabaların, çevre kirliliğini azaltma, küresel ısınmayı durdurma ve temiz yakıtlar geliştirme gibi birçok alanda yararlı olması umuluyor.

Powerful Molecular Motor Permits Speedy Assembly of Viruses

A team of physicists at the University of California, San Diego and biologists at Catholic University of America, Washington D.C. has shown that a tiny viral motor generates twice as much power, relative to its size, as an automobile engine. The finding explains why even very large viruses can self-assemble so rapidly.
In the study, published October 23 in the journal Proceedings of the National Academy of Sciences, the researchers used laser tweezers to measure the forces generated by a nanoscale motor that packs DNA into a virus during the assembly of an infectious virus particle. They discovered that the motor is considerably stronger than any known molecular motors, including those responsible for muscle contraction. The researchers say this power allows the virus to reel in its long genome with remarkable speed.
“The genome is about 1,000 times longer than the diameter of the virus,” explained Douglas Smith, an assistant professor of physics at UCSD and co-author of the study. “It is the equivalent of reeling in and packing 100 yards of fishing line into a coffee cup, but the virus is able to package its DNA in under five minutes.”
For the study, the researchers used bacteriophage T4—a tiny virus that infects E. Coli bacteria—because T4 is well characterized and amenable to the analysis of its functions in a test tube. They say that it should be feasible to extend their work to viruses that affect humans, such as adenoviruses, which cause colds, and herpes viruses, which cause chicken pox, shingles and cold sores.
“Historically, path-breaking work on bacteriophage assembly has led to breakthroughs in animal virus assembly,” said Venigalla Rao, a professor of biology at Catholic University of America and co-author on the paper. “Particularly since the assembly of herpes viruses very closely resembles that of bacteriophage T4, our work should provide important insights to set up herpes virus in vitro systems in the near future.”
The researchers say that their work could ultimately lead to better ways of designing antiviral medications. Drugs that target the DNA-packaging process could block the infection cycle by preventing viral assembly. Such drugs could also interfere with the ability of the virus to inject its DNA into the cells it infects because injection is facilitated by the high pressure at which the genetic material is packaged within the virus’ outer shell, or capsid.
To measure the forces produced by the molecular motor during packaging, the researchers attached a strand of viral DNA to one microscopic bead and attached another bead to an empty viral capsid that contained the nanomotor at its mouth. Using laser beams to hold onto each bead, they brought the DNA strand and capsid into proximity. They then measured the resistance produced by the motor as it grabbed the strand of DNA and pumped it into the viral capsid, as well as the speed at which the DNA was pumped.
Measurements of the dynamics of individual molecular motors provide information that cannot be obtained through traditional biochemical techniques.
“Laser tweezers are being used by several groups around the world to study molecular motors,” said Derek Fuller, a graduate student working with Smith, and the first author on the paper. “Since we measure single DNA molecules, it allows us to study dynamics on a much smaller scale than previous bulk studies where individual features are often averaged out.”
The T4 DNA-packaging motor was able to speed up and slow down as if it had gears. The researchers report that this is the first discovery of a molecular motor exhibiting widely variable speed, and they propose that the feature may have an important biological function. It may permit DNA repair, transcription or recombination—the swapping of bits of DNA to enhance genetic diversity—to take place before the genetic material is packaged within the viral capsid.
“The dynamic variability of packaging rate makes sense because, in the infected cell, the DNA is not fed to the motor as a free molecule,” explained Rao. “It is very likely a complex and highly metabolically active structure. Thus the motor needs to adjust the packaging rate to accommodate other processes.”
“Just as it is good for a car to have brakes and gears, rather than only being able to go 60 miles per hour, the DNA-packaging motor may need to slow down, or stop and wait if it encounters an obstruction,” added Smith.
Other contributors to the study were Dorian Raymer at UCSD and Vishal Kottadiel at Catholic University of America.The study was supported by the National Institutes of Health and the National Science Foundation.

8 Aralık 2007 Cumartesi

UZAYA GİDEN MİKROP

Uzay mekiğiyle uzaya gönderilen mikroplar, döndüklerinde daha öldürücü hale geldiler. Bu mikroplarda toplam 167 genin değişmiş olduğu gözlendi.


WASHINGTON - Gıda zehirlenmelerine yol açan salmonella adlı mikrop, Eylül 2006’da uzay mekiği ile uzaya gönderildi. Aynı tipten mikroplar da uzay mekiğindekilerle aynı sıcaklık koşullarında dünyada saklandı. Her iki grup mikrop da farelere verildiğinde uzaya gönderilenlerin, fareler üzerinde üç kat daha ölümcül olduğu belirlendi.


Mikropların farelere verilmesinden 25 gün sonra, dünyada kalan mikropları alan farelerin yüzde 40’ı hayatta kalırken, uzay yolculuğu yapan mikropların verildiği farelerin ancak yüzde 10’u hayatta kalabildi. Uzay mikroplarının, fareleri daha çabuk öldürdüğü de saptandı.Bilim adamları, mikropların üzerinde yaptıkları incelemeler sonucunda, uzaya gönderilmiş mikropların genlerinin 167’sinin değişmiş olduğunu gördüler.“Proceedings of the National Academy of Sciences” adlı bilimsel dergindeki makalenin hazırlayıcılarından Arizona Devlet Üniversitesi Enfeksiyonel Hastalıklar ve Aşıbilimi Merkezi’nden Cheryl Nickerson, “İnsanlar uzaya da okyanusun dibine de gitseler, beraberinde mikropları da götürüyorlar. Tamamen sterilize edilerek gönderilmeleri mümkün değil. Bu mikroplar bu yolculuklar sırasında değişime uğruyor. Nasıl değiştiklerini anlamak, çok önemli. Bu değişimin nedenini anladığımızda, enfeksiyonel hastalıklarla mücadelede de önemli bir mesafe katedilmiş olacak” dedi.

64 MİLYON DOLARLIK SORU

Mikropların neden değişmiş olabilecekleri sorusuna, “işte 64 milyon dolarlık soru da bu” diye yanıt veren Nickerson, “Uzay yolculuğundaki bu değişimin mekanizması konusunda bildiklerimiz yüzde 100 kesinliğe ulaşmış değil” dedi.Nickerson, düşük yer çekiminde hücreler arasındaki sıvı geçişinin düşük olduğunu, dolayısıyla mikrobun bu yeni çevre koşullarında hayatta kalabilmesi için, genetik yapısında değişiklikler oluştuğunun sanıldığını söyledi.




NEDEN BU ÜLKEDE BENZİNE 3 YTL VERİYORUZ?


Türkiye petrol denizi üzerinde mi? Sınırın öteki yakasında petrol çıkıyor da Güneydoğu’da niye çıkmıyor? Ya da başlayıp bitmeyen bir polemik; Türkiye’de petrol var ancak yabancılar çıkarmamıza izin vermiyor! Peki gerçekten petrolü bol denilen Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde petrol var mı? Bu soruya Sultan II. Abdülhamid yüz yıl öncesinden cevap veriyor. Sultan’ın hazırlattığı tespit haritasında Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamında yüksek ölçekte petrol rezervinin olduğu saptanıyor. Görevli mühendisler araştırmalarını Doğu ve Güneydoğu ile sınırlı tutmayıp Osmanlı toprakları içinde bulunan Zaho, Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Musul ve Bağdat gibi bölgeleri de tarıyorlar. İşin en ilginç tarafı yüz yıl önce hazırlanan petrol haritasının birçok yerinde hâl-i hazırda petrol çıkarılıyor olması. 6 ay önce Barzani ailesi tarafında Habur Çayı’nın öteki kıyısında çıkartılan ve Türkiye’nin, tabir yerindeyse, iştihanı kabartan petrol kuyuları bunlardan sadece biri.
BİTLİS’TE PETROL

Sultan II. Abdülhamid özellikle 1800’ün son çeyreğinde tüm dünyada gündeme gelen ve stratejik bir maden olduğu kabul edilen petrol için büyük çaba harcadı. Yetişmiş jeoloji ve maden mühendisi olmaması Devlet-i Aliye’nin elini kolunu bağlıyordu. Ancak uğruna savaşların çıkartılacağı, yeni bir dünya düzeninin oluşturulacağı petrolün ehemmiyetini anlayan Abdülhamid sıkıntıları kendi fedakarlıkları ile aştı. Hazine-i Hassa’dan, yani padişahın şahsi malından ödenek çıkartılarak geniş kapsamlı bir petrol rezervi çalışmasına girildi. Sultan’ın kendi parasıyla yaptırdığı çalışmada yabancı ve yerli mühendisler yer aldı. Musul ve Bağdat havalisinde, Dicle ve Fırat nehirleri havzasında petrol taraması yapıldı. Alman maden mühendisi Paul Groskoph ve Habip Necip Efendi yönetimindeki araştırma ekibi çalışmalarını 22 Ekim 1901’de Sultan II. Abdülhamid’e sundular.Bu zamana kadar söylenen ancak mahiyeti hakkında bir bilginin bulunmadığı “Sultan’ın petrol haritası” sadece Güneydoğu’da değil, Hakkâri ve Bitlis gibi illerde de petrol bulunabileceğini öngörüyor. Haritayı hazırlayan heyet, Bitlis Suyu denilen çayın kıyısı boyunca önemli petrol rezervleri tespit etmiş. Heyetin başkanı Paul Groskoph, petrol noktalarını tek tek tespit ettiklerini aktarırken, takip ettikleri güzergâhı da detaylı bir biçimde anlatıyor. Petrol havzasını dolaşan Paul, Siirt tarafında ve Dicle Nehri kıyısında zengin petrol rezervlerinin bulunduğunu belirtiyor. Dicle Nehri kıyısındaki noktalarda yeterli araştırmayı yükselen sulardan dolayı yapamadıklarını da raporuna ilave eden Paul, nehrin kıyısı dışında, Dicle’nin kıyı şeridi boyunca uzayıp giden yüksek dağlarda da petrol bulunduğunu kaydetmiş. Yine de o dönemin teknik imkanları açısından 900 metre yükseklikteki bu dağlardan petrolün çıkarılması ve nakliyatının zor olacağını eklemeyi unutmamış raporuna. Güneydoğu Anadolu’nun neredeyse tamamı ve Doğu Anadolu’nun bir kısmını kapsayan petrol haritasında Diyarbakır, Mardin, Bismil, Hazro Çayı etrafı, Sinan, Batman Çayı etrafı, Dicle bölgesi, Midyat, Bedran, Tulan, Siirt, Botan Çayı etrafı, Habur, Fındık, Cizre, Habur Çayı etrafı, Bitlis Çayı kıyısı ve Hakkâri (Çölemerik)’de önemli petrol yataklarının bulunduğu kaydediliyor.

HARİTA İLK KEZ YAYIMLANIYOR

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da çalışmalarını tamamlayan heyet daha sonra bugün Irak sınırları içinde kalan merkezlerde petrol taramasına devam ediyor. Kerkük, Babagürgür, Zaho, Süleymaniye, Bağdat, Musul ve Altınköprü’deki petrol noktaları kilometre ve yerleşim yerlerine göre yön tayini yapılarak kayıt altına alınıyor. Raporda Kerkük ve şehre 15 kilometre uzaklıktaki Babagürgür bölgesinde yoğun miktarda petrol rezervinin bulunduğu belirtiliyor. Babagürgür bölgesinin II. Abdülhamid’in şahsî malı olduğu, ve bu topraklarda Türkiye’deki Nefçi ve Doğramacı ailesinin pay sahibi olduğu biliniyor. Ekip yaptığı tetkikler sonucunda en kaliteli petrolün Bağdat yakınlarındaki El-Kayra ile Mendel’de olduğu sonucuna da varıyor. Ulaşımın Dicle’de sal üstünde, karada da at ve eşek sırtında yapıldığı bir dönemde aylarca süren bir çalışma sonunda Başmühendis Paul Groskoph, ince detayların yer aldığı raporun sonuna iki önemli noktayı da ilave etmeyi unutmuyor: “Dicle ve Fırat nehirleri havzasında zengin ve mühim petroller bulunuyor. Bunların işletilmesi ve pazarlanması için Bağdat’a uzanan bir tren yolu lâzım. 1889’da inşaatına başlanan ve 1902’de biten demiryolu petrolün Anadolu’ya taşınmasını sağlayacaktır. Bunun için ana hatta sadece birkaç ilave ek hattın yapılması yeterlidir.” Başmühendisin ikinci notu ise iyi değerlendirilmesi durumunda bu petrol coğrafyasının gelecekte dünyanın en önemli merkezlerinden biri olacağı şeklinde.Kısa bir zamanda bu kadar noktada tarama yaptırarak günün kıt imkânlarına rağmen petrol tespitini belgelendiren Sultan II. Abdülhamid’in saltanat ömrü petrol çıkartmaya yetmedi. İlk kez yayımlanacak olan ‘Sultan’ın petrol haritası’ Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan ve önümüzdeki günlerde kamuoyuna sunulacak olan “Osmanlı Döneminde Irak” isimli kitapta yer alacak. Devlet Arşivleri Genel Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Budak, bu çalışmayla Irak’taki Osmanlı’yı kamuoyuna sunacaklarını belirtiyor. Kitabın editörlüğünü yapan Cevat Ekici de kitaptaki birçok belge ve çizimin, özellikle de petrol bölümündeki haritaların halen üzerinde çalışılmaya değer belgeler olduğunun altını çiziyor.Çalışmanın kapsamı petrol haritası ve bununla ilgili raporlarla kısıtlı değil. Hazine-i Hassa’ya devredilen petrol hakları ve bununla ilgili yazışmalar da bulunuyor kitapta. 18 Kasım 1902’de Yıldız Sarayı’na gönderilen belgede Musul vilayetindeki petrol madenlerinin imtiyazının Hazine-i Hassa’ya verildiği kaydediliyor. Daha sonraki tarihlerde padişaha ait araziler Maliye Hazinesi’ne devrediliyor. Ancak 12 Ocak 1920’de Maliye Hazinesi’ne devredilen padişaha ait bütün malların tekrar Hazine-i Hassa’ya devri için bir kararname çıkartılıyor. Aksiyon dergisinin 480. sayısında yer alan “Hanedan Musul’u istiyor^” başlıklı haberde, Osmanoğullarının Sultan Abdülhamid’ten miras kalan Musul’daki gayrimenkullerini almak için hukuki bir mücadele başlattıklarına yer veriliyordu. Aynı haberde hanedanın mirasçılarının daha önceki dönemlerde Musul’daki gayrimenkulleri dava yolu ile kazandıkları, ancak birtakım siyasi manipülasyonlar sebebiyle bu kararın uygulanmadığı da vurgulanıyordu.

65 NOKTADA PETROL TESPİT EDİLMİŞ

1. Diyarbakır
2. Mardin
3. Bismil
4. Hazro Çayı
5. Sinan
6. Batman çayı
7. Dicle
8. Midyat
9. Bedran
10. Bitlis Suyu (çayı)
11. Tulan
12. Siirt
13. Botan çayı
14. Habur
15. Fındık
16. Cizre
17. Dehuk
18. Zaho
19. Habur çayı
20. Hakkari (Çölemerik)
21. Ahmediye
22. Bisan
23. Alkuş
24. Akra
25. Büyük Zap
26. Revanduz
27. Musul
28. Karakuş
29. Nemrut
30. Küçük Zap
31. Erbil
32. Köysancak
33. Altınköprü
34. Şargat
35. Hamrin Dağı
36. Kerkük
37. Taşhurmatı
38. Tavuk
39. Karadağ
40. Süleymaniye
41. Karadağ
42. Aksu
43. Tuzhurmatı
44. Kefri (Salahiye)
45. Deli Abbas
46. Tikrit
47. Samara
48. Haso çayı
49. Narbin Suyu
50. Diyale Suyu
51. Ramadi
52. Felluce
53. Mendeli
54. Bakuba
55. Kazımiye
56. Bağdat
57. Museyyeb
58. Hılle
59. Kerbela
60. Hit
61. Fırat
62. Anah
63. El-Kadim
64. Ebu Kemal
65. Meydani



Abdülhamid ve yakın tarihimizle ilgili daha çok bilgi edinmek isteyenler için resimdeki kitabı öneririm. Çok çarpıcı bilgiler edineceğinizden eminim.

1 Aralık 2007 Cumartesi

İCAT VE BULUŞLARA KRONOLOJİK BAKIS

M.Ö.
4241 Mısır ilk hassas takvim yapıldı
3200 Tekerleğin ilk kez Mezopotamya'da ve orta
Avrupa'da kullanıldığı varsayılır.
3200
Sümerler yazıyı kullanan ilk halktır
3000
Mısır Hiyeroglif denen yazı sistemi bulundu
3000
Babil'de ilk ilk toplama makinesi kullanıldı
1300
Suriye Ugarit'de ilk alfabe kullanılmıştır.
700
Lidya ( Türkiye) ilk para sikkesi kullanıldı
540 Miletli (Batı Anadolu'da liman kenti)
THALES geometri okulunu kurdu ve kendi teoremini geliştirdi
450
Herodotot dünya haritası çizdi
200 Yunan
Arkhimedes kaldıraç kanunlarını keşfetti
10 Roma mimar Vitrivius tarafından ilk kaldırma vinci tasarlandı

M.S.
999 Bir keşiş tarafından ilk mekanik saat icat edildi
1000 Türk gök bilimci BİRUNİ 13 000 sayfalık araştırmalarını yayımladı
1010 Türk İbn SİNA 270 kitaplık araştırmalarını yayımladı
1020 Irak İbn-ül HEYSEM Optik konusunda ayrıntılı araştırmalar kitabını yayımladı
1045 Çin Pi CHENG portatif matbaa harflerini keşfetti
1280 İtalyan ARMATİ gözlüğü ict etti (kontak lens üzerindeki ilk çalışmalar ise Leanardo da Vinci tarafından yapılmıştır)
1453 Polonyalı Keşiş Nicolas KOPERNICUS Dünya ve güneş sistemi kuramını ortaya attı
1492 İspanyol Kristof KOLOMB Amerika'ya ayak bastı
1507 İtalyan Amerigo VESPUCCİ Amerikanın yeni kıta olduğunu kanıtlar
1521 Türk Piri REİS Kitab-ı Bahriye adını verdiği gerçeğe en yakın Dünya haritasını yayınladı
1528 Türk PİRİ Reis ikinci haritasını yaptı
1592 İtalyan GALİLEO 30 kez büyüten teleskopu yaptı (daha önce Hollandalı gözlükçü Hans Lippershey ilk teleskopu bulmuştu)
1614 İskoçyalı John NAPİER Logaritma cetvelini ict etti
1618 Alman Johannes KEPLER Güneş sisteminin yasalarını keşfetti
1642 Fransız matematikçi Blaise PASCAL ilk toplama makinesini icat etti
1643 İtalyan Evangelista TORİCELLİ cıvalı barometreyi buldu
1666 Pariste Kraliyet Bilimler akademisi kuruldu
1687 İngiliz İsac NEWTON evrensel çekim yasalarını keşfetti.
1630~Türk Hazarfen Ahmet çelebi yaptığı kanatlarla ilk kez uçmayı başaran adam oldu
1680~Türk Lagari Hasan çelebi aya gitme denemesini yaptı
1698 İngiliz Thomas SAVERY ilk buharlı makineyi yaptı
1704 İngiliz NEWTON Optik adlı kitabını yayımladı
1742 İsveç Anders CELSİUS sıcaklık ölçümleri için standart geliştirdi
1763~Fransız Claude CHAPPE uzaktan yazma anlamına gelen Telgrafı icat etti
1777 İngiliz James WATT uzun süreli çalışan buharlı makineyi yaptı
1778 Fransız Joseph BRAMAH ilk modern tuvaleti tasarladı ve patentini aldı
1783 Fransız MONTGOLFİER kardeşler ilk uçan balonla yolculuk yaptılar
1783 Fransız Louis LENORAD ilk paraşütü tasarladı
1789 Fransız Antoine LAVOISIER Oksijeni ve kimyasal adlandırma tablosunu yayımladı
1796 Edvard JENNER çiçek aşısını buldu
1799 İtalyan Alessandro VOLTA ilk elektrik bataryasını yaptı
1800~Fransız Dominique LARREY ilk ambulans fikrini ortaya atmıştır.
1804 İngiliz Richard TREVİTHİCK ray üzerinde 16 Km hızla giden ilk lokomotifi icat etti
1816 İngiliz George MANBY yangın söndürücü bir tüp tasarladı
1816 Fransız Rene LAENNEC ilk tıpta kullanılan stetoskobu ict etti
1820 Danimarkalı Hans OERSTED elektromanyetik akımı keşfetti
1826 Fransız Joseph NIEPCE ilk fotoğraf çekimini başardı
1830 Fransız terzi Berthelemy THIMONNIER ilk dikiş makinesini yaptı (bu tip makineleri üretip satan ilk kişi Isac SINGER dir)
1831 İngiliz Michael FARADAY elektromanyetik kuramları keşfetti
1836 ABD Samuel COLD kendi adını verdiği tabancayı tasarladı
1837 İngiliz COOKE ve WHEATSTONE ilk elektrikli telgrafı icat ettiler
1843 ABD Samuel MORS kendi adını verdiği bir telgraf kodu tasarladı
1846 ABD dişçi William ORTON ik kez ameliyatında uyuşturma ve ağrıyı azaltmak için eteri kullandı
1849 ABD Walter HUNT ilk modern çengelli iğneyi tasarladı ve patentini aldı
1852 ABD Elisha OTİS ilk Asansörü icat etti
1853 Fransız Charles PRAVAZ ilk deri altı şırıngasını tasarladı
1853 İtalyan Linus YALE kendi adıyla anılan pimli kapı anahtarını icat etti
1855 İskoç James MAXWELL Faraday kanunlarını matematiksel olarak kanıtladı ve kendi kuramını yazdı
1859 İngiliz Charles DARWIN Türlerin kökenleri adlı evrim kuramını yayınladı
1860 Belçika Müh ilk tek zamanlı ve içten yanmalı motor yaptı
1867 ABD Christopher SHOLES gerçek anlamda ilk daktiloyu icat etti
1863 İngiltere Londrada ilk metro çalışmaya başladı
1869 Rus Dimitriy MENDELEYEV Periyodik elementler tablosunu yayımladı
1865 İsveç Alfred NOBEL dinamiti ict etti
1876 ABD EDİSON tarafından dünyanın ilk Endüstriyel Araştırma Laboratuvarı kuruldu. (Edison bu laboratuarda 1093 adet patentli icatta bulunmuştur.)
1876 Alman Nikolaus OTTO 4 zamanlı motoru yaptı
1876 ABD İskoç asıllı Alexander Graham BELL ilk telefonu icat etmiştir. (Tarihteki İlk uzaktan konuşma denilen Tele-Phone konuşması 10 Mart 1876 BELL ile yardımcısı Watson arasında yapılmıştır)
1877 ABD Thomas EDİSON Fonograf denilen ses kayıt cihazını icat etti
1878 İngiliz Joseph SWAN elektrik ampulünü icat etti
1879 Alman Ernst von SİEMENS ilk elektrikli treni icat etti
1880 ABD Thomas EDİSON elektrikli ampulü güvenli hale getirerek satışa sundu
1882 Alman Robert KOCH Kolera virüsünü tanımladı
1884 Hiram MAXIM tam otomatik makineli tüfeği yaptı
1885 Alman Karl BENZ 14,5 Km hız yapabilen satış amaçlı ilk arabayı üretti
1885 Alman Heinrich HERTS Elektromanyetik dalgalarının varlığını keşfetti
1885 Fransız Louis PASTEUR kuduz aşısını buldu
1887 ABD Emile BERLİNER Gramafonu (Plak) icat etti ve patentini aldı
1888 ABD George EASTMAN ilk taşınabilir fotoğraf makinesini yaptı
1894 ABD Jesse RENO ilk yürüyen merdiveni tasarladı
1894 Fransız LİMUERE kardeşler ilk sinema makinesini icat ettiler
1895 Alman Wilhelm RONTGEN X ışınlarını keşfetti
1896 İtalyan Guglielmo MARCONİ Radyo dalgalarıyla ilk yayını yaptı
1896 Fransız Antoine BECQUEREL Uranyumun radyoaktif madde olduğunu keşfetti
1898 Danimarkalı Valdemer POULSEN İlk teybi icat etti
1900 Norveç VAALER Kağıt tutturmada kullanılan Ataç ı geliştirdi 901] ABD GİLETTE ve NİCKERSON körlenince atılan tıraş bıçağının patentini aldı
1901 İngiliz Hubert BOOTH ilk elektrikli süpürgeyi icat etti
1901 İlk kez okyanus aşırı radyo yayını yapıldı
1902 Polonya Marie CURİE ve kocası Pierre CURİE Radyumu keşfettiler
1903 ABD WRIGHT kardeşler ilk motorlu uçağı tasarladılar
1903 Fransız Gustave LİEBAU ilk emniyet kemerini tasarladı ve patentini aldı
1903 Hollanda Dr Willem EİNTHOVEN Elektro kardiografi cihazını icat etti
1904 İngiliz John FLEMİNG ilk elektronik vakum tüpü (Diyot) icat etti
1905 ABD Albert EINSTEIN (Musevi asıllı Alman) görecelik kuramını yayınladı. Bu yazısını 1915 ve 1919 da tamamladı
1906 ABD Alva FİSHER ilk çamaşır makinesını ict etti
1907 Kanada Reginald FESSENDEN radyo aracılığıyla ilk insan sesini iletti
1907 Fransız Paul CORNU ilk motorlu helikopteri uçurdu
1908 Alman GEIGER kendi adını verdiği ve Radyasyonun varlığını saptayan cihazı geliştirdi
1908 ABD Henry FORD T modeli adındaki ilk seri üretim otomobili yaptı. İlk üretim bandı fikrinin de babası olan Ford 1913 de günde 1000 araba üretebiliyordu
1911 Norveç Roald AMUNDSEN Güney kutbunu keşfetti
1913 ABD Elmer SPERRY ilk Robotu yaptı (ROBOT kelimesi Çek dilinde "zorunlu emek" anlamındadır ve deyim tarlada köle gibi sürekli çalışan işçiler için kullanılmıştır)
1913 İngiliz Sheffield Paslanmaz çeliği buldu
1914 ABD Ohio kentinde ilk trafik lambaları kullanıldı
1914 I. Dünya savaşı başladı ve 1918 de bitti
1915 Isıya dayanıklı Pyrex cam üretildi
1918 Fransız Pierre LANGEVIN ve ekibi ilk kez SONAR sistemini ict ettiler (SONAR : Sound Navigation and Ranging: Ses yardımıyla yer belirleme ve mesafe ölçme anlamına gelmektedir)
1921 Almanya İlk otoyol hizmete girdi
1922 Alman Arthur KORN radyo dalgalarıyla fotoğraf gönderebilen Faks tasarladı ve Amerika'ya gönderdi
1922 Kanada İlk kez bir şeker hastasına Ensülin tedavisi uygulandı
1923 İsveç Platen ve Munters adlı iki mühendis ilk elektrikli buzdolabını tasarladı
1926 İskoç John Logie BAİRD ilk kez insan yüzünün görüntüsünü Televizyonda elde etti
1926 ABD Robert GODDART ilk sıvı yakıtlı roketi başarıyla fırlattı
1928 ABD'li Richard DREW genel amaçlı yapışkan bandı üretti (Avrupada seloteyp diye bilinir)
1928 İskoç Alexander FLEMING penisilini buldu
1929 ABD AT&T Laboratuarlarında Coaxial kablonun patenti alındı
1930 ABD ilk elektronik cihaz yaratıldı
1930 Wallace CAROTHERS naylonu üretti
1930 ABD Clyde TOMBAUGH Plüton u keşfetti
1933 Almanya ilk Teleks kullanıldı
1934 İngiliz Percy SHAW kedi gözü adını verdiği yansıtıcı tasarladı ve çok para kazandı
1935 İskoç Robert Watson-Watt, Radarı icat etti Bu radar uçakları 65 Km den tanıyabiliyordu
1935 Rus asıllı Amerikan İgor SKORSKY VS 300 adlı ilk modern helikopteri yaptı
1936 İngiltere BBC siyah beyaz TV yayınına başladı
1937 İngiltere Frank WHITTLE ilk jet motorunu tasarladı
1938 Macar Lazla BİRO tükenmez kalemi ict etti
1938 ABD Chester CARLSON ilk fotokopi makinesını ict etti
1939 İngiltere İlk Çamaşır makinesi üretildi
1939 ABD de HP şirketi Analog verileri dijitale çeviren Pulse-code modulation sistemini geliştirdi
1939 II Dünya savaşı başladı ( 1945 de sona erdi )
1942 ABD Von BRAUN (Alman göçmeni) V-2 adlı uzun menzilli roketi tasarladı
1942 İtalyan Enrico FERMİ ilk Nükleer Reaktörü tasarladı
1943 Holanda Wilhelm KOLFF ilk yapay böbreği tasarladı
1945 ABD Robert OPPENHEİMER ilk atom bombasını geliştirdi ve denedi. Ayni yıl Japonya'nın Nagazaki ve Hiroşima şehirlerine atıldı ve binlerce sivil öldürüldü. II. Dünya Savaşı sona erdi
1945 ABD Percy SPENCER ilk Mikro dalga fırının patentini aldı
1946 ABD J.MAUCHLY ve J.ECKERT askeri amaçlı balistik hesaplamalarda kullanılmak üzere ENIAC adlı ilk elektronik bilgisayar sayılan aleti tasarladılar
1947 ABD Sesten hızlı uçuş denemesi başarıldı
1947 ABD'li Edvin LAND polaroid fotoğraf makinesini icat etti
1947 ABD Transistorun teorisi geliştirildi
1948 ABD BARDEEN, BRATTAIN ve SCHOCKLEY adlı üç bilim adamı Transistoru icat ettiler
1951 ABD IBM şirketi tarafından ilk ticari bilgisayar yaratıldı
1951 ABD John ECKERT ve John MAUCHLY ilk sayısal bilgisayar olan UNIVAC ı yaptılar
1953 ABD İlk Renkli TV yayını yapılmaya başladı
1953 İngiliz Francis CRİCK ve ABD James WATSON DNA moleküllerinin yapısını keşfettiler
1957 SSCB uzaydaki ilk insan yapımı cisim olan SPUTNİK 1 adlı uyduyu fırlattı
1958 ABD Fizikçiler TOWNES ve SCHAWLOW LAZER kuramını ortaya koydular
1958 ABD Silisyum yonga / Mikro Chip icat edildi
1958 ABD Alman asıllı Von BRAUN tasarladığı roket sistemleriyle uzaya ilk uydunun fırlatılmasını sağladı
1960 ABD Theodor MAIMAN ilk LAZER tabancasını gerçekleştirdi
1961 SSCB Yuri GAGARİN uzaya giden ilk insan oldu
1962 ABD ilk TV uydusu olan Telstarı fırlattı
1964 ABD IBM şirketi ilk kelime işlemciyi üretti
1966 ABD Tek transistörlü hafıza yongası yaratıldı
1967 G.Afrika Christian BERNARD İlk kalp naklini gerçekleştirdi
1969 ABD Bilgisayar platformlarında UNIX İşletim sistemi çalıştırılmaya başlandı
1969 ABD Neil ARMSTRONG ve Edwin ALDRIN Aya ayak basan ilk insanlar oldular
1970 ABD IBM firması ilk Floopy denilen esnek disketi üretti
1971 SSCB ilk uzay istasyonu olan Solyut 1 fırlatıldı ve dünya yörüngesine oturtuldu.
1972 İngiliz Godfrey HOUNSFIELD Bilgisayarlı Tomografi cihazını üretti
1973 SSCB Lunokhod adlı robot aya iniş yapan insansız ilk araç oldu
1974 ABD Değişik bilgisayarların komünikasyonu için TCP/IP protokolü geliştirildi
1974 ABD Bar Code uygulaması başlatıldı
1975 ABD Microsoft adlı yazılım şirketi kuruldu
1976 ABD Intel tarafından 4.77 MHZ hızında 8086 koduyla Mikro işlemci gerçekleştirildi
1981 ABD IBM firması IBM-PC with MS DOS adıyla kişisel bilgisayar yaratıldı
1982 Hollanda şirketi olan PHILIPS ilk kompact diski (CD) üretti ( Sony ile ayni zamanda)
1982 ABD İlk yapay kalp nakli gerçekleştirilir.
1983 ABD de MicroSoft firması Windows işletim sistemini yarattı
1984 ABD Milyon bitlik hafıza yongası yapıldı
1984 ABD Apple firması MACİNTOSH adlı bilgisayarı anons etti
1985 ABD ARPA nın adı INTERNET olarak değiştirildi
1985 Avrupa'da Mobil telefonlar kullanılmaya başlanır.
1986 SSCB Çernobil Nükleer kazası meydana geldi
1986 ABD National Instruments firması LabVIEW adı altında GUI tabanlı bir endüstri yazılımı geliştirdi
1990 ABD World Wide Web anons edildi
1991 ABD Avrupa'nın ilk çevre uydusu ERS-1 yörüngeye oturtuldu
1992 ABD Sanal gerçeklik tasarlandı
1992 Ozon tabakasındaki delik Güney Amerika sahillerine kadar genişlediği saptandı
1997 ABD NASA tarafından fırlatılan Pethfinder Robotu Marsa iniş yaptı
1997 ABD Genetik kopyalamada ilk somut başarı sağlandı. DOLLY adı verilen bir koyun kopyalandı
1997 ABD IBM tarafından gerçekleştirilen DEEPER BLUE adlı bilgisayar Satranç ustası Kasparov'u yendi
2000 ABD Bilim adamları ortak bir projede genetik şifrenin çok büyük oranda çözüldüğünü açıkladılar.
Kaynak:Türkcebilgi.com

6 Kasım 2007 Salı

Akıldan geçenleri okuma

Akıldan geçenleri okuma konusu, artık bilimin tam menzili içine girdi. İnsan beyninin içinden geçen düşünceleri, özetle aklı okuma konusu bugüne kadar bilimin el atamayacağı bir alan sanılıyordu.
Ancak, son on yılda beyin görüntüleme teknolojisinde devrim yaratan gelişmeler sayesinde zihnimizden geçenleri gerçek zamanda okumak artık olası. Bugünlerde PET veya fMRI tarayıcısı olmayan üniversite veya eğitim hastanesi kalmamış durumda.
Bir zamanlar bilim adamları, insanların düşünme sistemleri gibi daha genel konularla ilgilenirken, şimdi bireysel motivasyon, arzu ve önyargılarla ilgili ayrıntıları gün ışığına çıkartmak gibi daha kişisel konular üzerinde yoğunlaşmayı tercih ediyor.
İnsanların hangi seçimleri neden yaptığı, en çok merak edilen konu. Bu konuyla, mal ve hizmet satmak isteyen pazarlamacılardan tutun, siyasilere, sigortacılara kadar çok geniş bir kesim ilgileniyor.
Beyin görüntüleme teknolojisinin geleceği en parlak alanı, yaptığımız seçimlerin nedenlerini anlamaya yönelik araştırmalardır. Ekonomist ve stratejistlerin en büyük merakı bu tür tahminlerde bulunmaktır. Bunlar, karar alma kurallarını belirlemek amacıyla matematiğin oyun kuramı adı verilen stratejik bir alanını yeniden ele alıp düzenlediler.
Ne yazık ki mantıklarından çok duygularıyla hareket eden insanoğlu, matematiksel formüllere göre davranmadığı için bilim adamları büyük düş kırıklığı yaşadı.
Şimdi, oyun kuramını beyin görüntüleme teknolojisi ile birleştiren bilim adamları, insanların niçin her zaman mantıklı kararlar alamadığını, duygu ve sosyal faktörlerin yaptığımız seçimlerin rolünü anlamaya çalışıyorlar.
Hálihazırda tek bir nöronun faaliyet şekline bakarak bir maymunun seçimini hangi seçeneklerden yana kullanacağını tahmin etmek olası.
Bundan sonra sıra bize mi gelecek?
Sizin dışınızdaki insanlar bu teknolojilerden yararlanarak ne istediğinizi belirlerlerse, isteklerinizi manipüle edebilirler mi?
Reklam ajansları ve pazarlamacılar onlarca yıldır bunu yapmaya çalışıyorlar, ancak kullandıkları yöntemler tam bilimsel değil.
Şimdi, nöro-pazarlama adı verilen ve yeni gelişmekte olan bilim dalı sayesinde, mal ve hizmetlerin satışı ileri teknoloji içeren yöntemlerle yapılacak.
Dehşet sonuçlar olabilir
Beyin görüntüleme teknolojisinin insanlar üzerinde denenmesine herkes sıcak bakmıyor. Tüketici grupları, çokuluslu şirketlerin beyinlerimizin içine girerek 'tüket düğmesini' tetikleme olasılığı karşısında dehşete düştüklerini belirtiyor.
Ancak bilim adamları elde ettikleri bulguların bu kadar doğrudan müdahalelere yol açacak kadar somut olmadığını, yalnızca satış işlemlerini daha etik bir tabana oturtacağını ileri sürüyor.
Eğer bütün bu gelişmeleri özgür iradenize ve özel yaşamınıza bir müdahale olarak algılıyorsanız, daha başınıza gelecekleri bilmiyorsunuz demektir.
Beyin görüntüleme teknolojisi sizin en gizli düşüncelerinizi de ortaya dökebilir.
Şimdiden ırkçı önyargılar, kandırma, kişilik ve cinsel fanteziler gibi konularda yoğun çalışmalar yapılıyor.
Bilim adamlarının aldığı önlemlere karşın, bu teknolojinin günlük yaşantımıza girmesinin an meselesi olduğu ileri sürülüyor.
Etik açıdan bir mayın tarlasına benzetilen bu teknoloji, pek çok sorunu da beraberinde getiriyor.
İnsanların beyinlerinin zorla tarandığı bir dönem gelecek mi?
Sonuçlar sigorta primlerinin yükselmesine yol açacak mı?
Bu teknoloji insanların mesleki geleceklerini nasıl etkileyecek?
Mahkemelerde verilen cezaları nasıl etkileyecek?
Kısaca, beyin tarama teknolojisinin geleceği nasıl olursa olsun, olası sonuçları hakkında şimdiden düşünmemiz gerekiyor.
'Akıl okuma'ya doğru büyük adımlar
'OYUN KURAMI' VE NÜKLEER SAVAŞ: 1950'li yıllarda Soğuk Savaş'ın tüm hızıyla devam ettiği yıllarda RAND Corporation adı verilen strateji üreten think-tank kuruluşu, nükleer silah kullanımı konusunda Başkan Truman'ı uyardı.
Kuruluş, Sovyetlerin nükleer silahlara sahip olduğunu, kendilerinde de aynı silahların bulunduğunu, böylece Sovyetler ABD'ye saldırmadan, ABD'nin Sovyetlere saldırmasının daha doğru olacağını söyledi.
Bu, oyun kuramına göre, en mantıklı hareket tarzıydı. Düğmeye basmama yönünde alınacak ortak karar iki tarafa da avantaj sağlamakla birlikte, işbirliği bazı riskleri de beraberinde getirecekti.
Çünkü karşı taraf ilk adımı attığı takdirde her şeyi yitirme riski çok yüksekti. RAND'a göre bu durumda ilk adımı atmak ve sonuçları beklemek en doğru stratejiydi.
Tarihi kayıtlara göre Truman'ın tercihi farklı oldu. Ayrıca Sovyetlerin de nükleer silahlarını kontrol altında tutmayı tercih ettiği görüldü.
Bu durumda RAND'da çalışan matematikçiler nasıl bu kadar yanılabildiler?
Mantıklı bir durum analizine göre RAND'ın hatası, karar alma sürecinde belirleyici faktörün bilim olduğu yönündeki inançlarıydı.
Teksas, Houston'daki Baylor College, Tıp Fakültesi'nden Read Montague, karar verme sürecinin bir bilim olarak insanlara yol göstereceğine inanıyor.
Montague'ye göre Truman'ın danışmanlarının hatası, en iyi kararların mantıklı olacağı yönündeki yanlış inançlarıydı.
Beynin nasıl çalıştığını inceleyen Montague ve diğer bilim adamları, aldığımız kararların duygular, sosyal faktörler ve belirsizlik gibi karmaşık faktörlerden nasıl etkilendiğini ortaya çıkarttı.
Ayrıca nihai kararımızı vermeden önce alternatif seçeneklerin artı ve eksilerini nasıl değerlendirdiğimiz de bu taramalar sonucu belirginleşti.
Seçenekler ve yaşam
Karar verme konusunda bilimsel yaklaşımı benimsemek sanıldığı kadar kolay değil.
Yaşantımızın önemli bir kısmı yaptığımız seçeneklerle biçimleniyor.
Her gün sayısız seçim yapıyoruz.
Sözgelimi hangi kitabı okuyacağımız, kiminle flört edeceğimiz, paramızı nasıl değerlendireceğimiz ve maaşımıza ne zaman zam isteyeceğimiz gibi kararlar, bugünü olduğu kadar geleceğimizi de etkiliyor.
Ekonomistler ve stratejistler beynimizin içinde neler olup bittiğini anlamaya can atıyor. Ayrıca bizler de bu şekilde istediklerimizi niçin istediğimizi anlayabiliriz
Hatta, son elde edilen bulgulara göre, depresyon, demans ve bağımlılık gibi karar alma sürecinin doğru işlemediği psikolojik durumlarda, bu yeni tarama yöntemlerinden tedavi amacıyla yararlanılabilecek.
Oyun kuramı, matematiksel bağlamda karar verme sürecini anlamak için atılan somut bir adım olarak değerlendirilebilir.
Bu kuramın mimarı olan matematikçi John von Neumann, 1950'li yıllarda RAND Corporation'da oldukça etkiliydi.
Öyle ki insanların mantıkları doğrultusunda hareket ettiklerine inandığı için kendi ülkesini korumak için önceden davranma kararının Ğnükleer silahları Sovyetlerden önce tetikleme- en ateşli savunucularından biri olup çıktı.
Ancak bu tarihten sonra yapılan bilimsel çalışmalar, insanların gerçek yaşamda matematiksel modellerin öngördüğü şekilde davranmadıklarını ortaya koyuyordu.
'Tutuklunun çelişkisi' adı verilen bir oyunda ĞTruman'ın karşı karşıya kaldığı çelişki- matematik şöyle söyler:
Mantıklarıyla hareket eden iki oyuncu, oyundan çekildikleri takdirde daha fazla kazanacaklarsa, ödülü kazanmak için işbirliği yapmazlar.
Bu oyunun psikoloji ve ekonomi gibi alanlarda çeşitli kereler tekrarlanması sonucunda Von Neumann'ın hatalı olduğu anlaşıldı, çünkü insanlar mantıklarıyla hareket etmiyorlardı. Yarım yüzyıl sonra bunun niçin böyle olduğunu beyin tarama teknolojileri yardımıyla anlıyoruz.
Değerlendirme merkezi
İki yıl önce Atlanta'daki Emory Üniversitesi'nden Gregory Berns, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) teknolojisinden yararlanarak, aynı hasma karşı, 'Tutuklunun çelişkisi' adı verilen oyunu çeşitli kereler oynayan 36 kadının beyinlerini taradı. Berns'in denekleri işbirliği yaptığı zaman orbitofrontal korteks ve striatum (çizgili cisim) denilen beyin merkezleri faal duruma geçiyordu. Bu bölgeler ödül işleme ve tekrarlama yoluyla öğrenme süreçleriyle ilgilidir.
Dahası, deneklerle daha sonra yapılan söyleşilerde, oyunu terk etmek gibi bir stratejinin, daha avantajlı olmakla birlikte, insanı mutsuz eden bir davranış şekli olduğu için tercih edilmediğini belirttiler.
Sonuçta spesifik bir davranışın artı ve eksilerini değerlendirdiğimiz zaman yalnızca maddi kazançları göz önünde bulundurmayız. Duygusal ve sosyal içerikli olanlar da önemlidir.
'İşbirliği yapmak maddi açıdan daha riskli olabilir, çünkü sonunda hiçbir şey kazanmayabilirsiniz' diye konuşan Berns, 'Ancak oyunu terk etmek sosyal risk içerir. Bu davranış insanları arkadan vurmak şeklinde algılanabilir' diyor.
Hepimiz nihai sonuca ulaşmak için çeşitli unsurlara farklı değerler biçeriz. Berns'e göre burada şu çelişki söz konusudur: 'Daha fazla para mı, yoksa daha iyi bir insan olarak tanınmak mı? Ancak bu ikilem bizim gözümüzü korkutmuyor. Yüzeysel olarak, problem elma ve armutları karşılaştırmaya benzese de, beyin ortak bir birim altında bütün artı ve eksileri değerlendirir. Beyinde bu ortak birimin hesaplandığı noktayı tespit edebilirsek, insanların aldığı kararlarla ilgili tahminlerde bulunmaya yarayacak anahtarı ele geçirmiş oluruz.'
Berns'in fMRI taramaları bu amaca yönelik iyi bir başlangıç noktası oluşturdu. Bu taramalara göre orbitofrontal-striatal devrelerde ne kadar çok faaliyet varsa, deneklerin işbirliği yapmaya o kadar yatkın oldukları ve bu devrelerin karar alma sürecinde çok önemli bir rol oynadıkları
görülüyordu. Bu merkezlerin amigdal gibi duyguların işlemden geçtiği bölgelerle sıkı sıkıya bağlantısı vardı.
İnsanda süreç karmaşık
2002 yılında Montague ve Berns sistematik olarak orbitofrontal-striatal devrelerin spesifik durumlara nasıl tepki verdiğini sistematik olarak araştırmaya karar verdi.
Bunun için, o tarihe kadar beyin tarama ve davranışsal çalışmalardan elde edilen verileri bir araya getirdiler.
Denek olarak maymunların kullanıldığı deneylerde, tüm bulguların arasında belirgin bir düzen olup olmadığını araştırmaya başladılar.
İkilinin bu öncü çalışması, New York Üniversitesi'nden Paul Glimcher'in araştırmalarına ışık tuttu. Glimcher, yalnızca oyun kuramının öngördüğü mantıksal davranışlar çerçevesinde, maymunların alacağı kararları tahmin etmenin mümkün olamayacağını kanıtladı.
Maymunlarla karşılaştırıldığında insanların karar alma sürecinde daha karmaşık bir yapının söz konusu olduğuna dikkat çeken Berns, orbitofrontal-striatal ağ üzerindeki faaliyetlere bakarak, bazı insanların uzun vadede elde edecekleri yararlar için kısa vadedeki yararları niçin feda ettiklerini anlayabileceklerini umuyor.
Toplumsal ölçüm
Birkaç yıl önce bilim adamları karar vermenin toplumsal yönünü araştırmak için çok sayıda insanın beynini aynı anda taramak gerektiğine karar verdiler.
Bunun için hiper tarama adı verilen bir teknik geliştirdiler. Bu teknikte insanların beyinlerinin görüntülerini çeken fMRI cihazları internet üzerinden birbirine bağlanıyor ve bunların tepkilerini gerçek zamanda birbiri ile karşılaştırmak mümkün oluyordu.
Bu çalışmanın önemi, insanların tür olarak başarısının, çevremizdeki insanlardan neyin iyi neyin kötü olduğunu öğrenme yeteneğine bağlı olduğunun bilimsel olarak kanıtlamasıydı.
Bu taklit etme yeteneği, borsadaki dalgalanmalara yol açan toplu alım ve satımların altındaki gerekçeyi açıklayabiliyor.
Bilim adamları bir gün insanların aldıkları kararların altında yatan nörobiyolojik modeli ortaya çıkartabilirlerse, bunun doğuracağı sonuçlar hayal gücünün sınırlarını zorlayabilecek kadar uçuk olabilir.
Sözgelimi işvereniniz sizin ne istediğinizi ve niçin istediğinizi bilirse, basit bir MRI ile sizi tatmin edecek minimum ücreti tespit edebilir.
Düşünceyi okumak
Ancak bu teknolojinin olumlu kullanım alanları da olabilir. Sözgelimi işveren size en uygun işi tespit etmek için MRI ile spesifik motivasyonlarınızı ortaya çıkartabilir.
New Scientist isimli bilim dergisinin 31 Temmuz 2004 tarihli sayısından aldığımız bu yazıya gore, ekonomistler ve politikacılar insanların alacağı kararlarla ilgili tahminlerde bulunmaya can atıyorlar.
Politikacıların pek çoğu insanları neyin yönlendirdiği konusunda daha derin bilgilere sahip olurlarsa, seçmenleri manipüle etme şansına da kavuşabilirler.
Ayrıca borsalardaki dalgalanmalar bugünkü kadar inişli/çıkışlı olmayabilir.
Hatta RAND Corporation ABD başkanlarına, Truman'a verdiklerinden daha gerçekçi öneriler sunabilirler. Başkanların bu önerileri ne kadar ciddiye alacağı ise ayrı bir konu.
1- Orbifrontal
Kortek
Alın lobunun bir bölümünde yer alan bu bölge, Amigdala ile birleşir. Bu da bu kısmın karar almanın bilişsel ve duygusal alanlarında önemli bir rol oynadığını gösterir.
2- Medyal
Prefrontal
Korteks
Bir kişi birisini veya bir şeyi başka bir şeyle özdeleştirdiği zaman faal duruma geçer.
3- Striatum
Beynin orta kısmında yer alan bu bölüm, ödül alma ile ilgili duyguları düzenler.
4- Putamen
Bu Striatum'un bir parçası. İnsanlar sevdikleri bir şeye taktıkları veya sevdikleri bir kişiyi gördükleri zaman faaliyete geçer.
5- Limbik
Sistem
Duyguları işleyen merkez.
6- Amigdala
Başta korku olmak üzere duygularla ilgili bölüm.
KAYNAK:
http://www.hurriyet.com.tr

GEN HEDEFLEME YÖNTEMİ

Bu yılki Nobel tıp ödülü, gen teknolojisi alanındaki çalışmalarında yeni bir teknik geliştiren üç bilim adamının oldu. Amerikalı uzmanlar Oliver Smithies ve Mario R. Capecchi ile İngiliz Martin Evans, haberi "harika bir sürpriz" olarak yorumladı.
Üç bilim adamının 'gen hedefleme' adını koydukları yöntem sayesinde, farelerin kök hücrelerinde yapılan değişikliklerle insanlarda görülen bazı hastalıkların ortaya çıkması sağlandı. Nobel Komitesi, bu yöntem sayesinde kanser ve kalp hastalığı gibi birçok hastalığın daha iyi anlaşılabildiğini bildirdi.
Komite, ödülün sahiplerini ilan ederken yaptığı açıklamada, gen işlevlerinin anlaşılmasını sağlayan yöntemin insanlığa faydalarının yıllar boyu artarak süreceğini kaydetti. Örneğin bilim adamları hastalıkların genel olarak sağlıklı görünen kişilerde nasıl ortaya çıkabildiğini kavradı. Yaşlanma sürecinin nasıl geliştiği ve embriyonun rahimde nasıl büyüdüğüne dair yeni bilgiler elde edildi.
GEN HEDEFLEME YÖNTEMİ NASIL İŞLİYOR?
Bu yöntem bazı genlerin devre dışı bırakılmasına dayanıyor. Bu şekilde uzmanlar bazı genleri devre dışı bıraktıklarında etkisini gözlemleyerek her bir genin hastalığın gelişimindeki rolünü belirlemeye çalışıyor.
Şimdiye dek farelerdeki genlerin 10 bininde bu yöntem denendi. Genlerin diğer yarısı üzerindeki çalışmaların da yakında tamamlanması bekleniyor. Yöntem sayesinde kalp-damar hastalıkları, sinir sistemini etkileyen hastalıklar, şeker ve kanser alanlarında 500 farklı gen modeli geliştirildi.
1 milyon 540 bin dolar tutarlı ödülü paylaşan bilim adamları, daha sonra gen hedefleme yönetimini kullanarak başka önemli ilerlemeler de kaydettiler.
Utah Üniversitesi uzmanlarından Profesör Capecchi, bu şekilde genlerin organ gelişimindeki rolünü ve vücudun bütünündeki planlamayı inceledi. Cardiff Üniversitesi'nden Martin Evans, kalıtsal olan kistik fibroz hastalığı üzerinde çalışmalarını sürdürdü. Kuzey Carolina Üniversitesi'nden Profesör Smithies ise yüksek tansiyon ve damar çeperinde kalınlaşma gibi yaygın hastalıklar için farelerde gen modelleri geliştirdi.
Nobel Tıp Ödülü, Alfred Nobel adına her yıl altı dalda verilen ödüllerin ilki. Bu ödül geçen yıl da Ribo Nükleik Asit (RNA)'nın bazı genleri nasıl devre dışı bıraktığını inceleyen Andrew Fire ve Craig Mello'ya verilmişti. Kimya, fizik, edebiyat, ekonomi ve barış dallarındaki ödüllerin sahipleri de önümüzdeki günlerde açıklanacak.

DNA nedir?

DNA Alm. Deutscher Normenausschuss, Fr. Acide desoxyribonucleique, İng. Desoxyribonucleic asid. Kalıtımda rol oynayan organik bir molekül. Bir nükleik asit çeşidi. “Deoksiribo nükleik asit” adını alır. Kısaca “DNA” olarak gösterilir. Canlılarda yönetici bir moleküldür. Hücrenin protein ve enzim sentezinde rol oynar. Ayrıca yeni bir hücre meydana getirecek gerekli elemanları taşıdığından hücre bölünmesinin esasını teşkil eder. İlk defa A.F.Mıescwer adlı bir araştırıcı 19. yüzyılın sonlarında hücre çekirdeğini incelerken bu maddeleri fark etmiştir. Ökaryotik hücrelerde DNA başlıca çekirdekte bulunmakla beraber az olarak mitokondri ve kloroplastlarda da vardır. Hücre çekirdeğinde bulunan kromatin, DNA ve buna bağlı proteinlerden yapılmıştır. 1953 senesinde Watson ve Crick adlı araştırıcılar hazırladıkları modeller üzerine DNA yapısını açıklamaya çalışmışlardır. Buna göre; DNA teorik olarak sonsuz uzunlukta ve birbirine sarmal olarak dolanmış yanyana iki molekül zinciridir. Bu, hayali bir eksene sarılı bir ip merdivenine benzetilebilir. Merdivenin kenarları bir şeker molekülü (deoksiriboz) ile fosforlu bir molekülden meydana gelir. Merdiven basamaklarının arasında gevşek hidrojen bağlarıyla birbirini çeken pürin ve pirimidin denilen azotlu bazlar bulunur. Bu basamaklar merdivenin kenarındaki şeker moleküllerine bağlıdır. DNA’daki azotlu bazlar iki gruptur: Pürin bazları adenin ve guanin; pirimidin bazları ise sitozin ve timindir. Bunların molekül durumları şöyledir ki, bir adenin ancak bir timinle ve bir sitozin ancak bir guaninle birleşebilir. Bunlar pratikte baş harfleri ile gösterilir. Bu duruma göre her kademede ancak 4 çift baz bulunabilir. A-T, T-A, G-S, S-G. Her DNA molekülünde; adenin (A) molekül sayısı, timin (T) molekül sayısına eşittir ve ancak birbirleriyle karşılıklı bağ yapabilirler. Birbiriyle oranları 1’dir (A/T=1). Aynı durumlar guanin (G) ile sitozin (S) arasında da mevcuttur (G/S=1). Ancak (G+S)/(A+T) oranı 1’e eşit değildir. Bu oran bütün DNA’larda farklı olabilmektedir. Adeninle timin arasında çift hidrojen bağı (A = = = T) bulunur. Sitozinle guanin arasında ise üç hidrojen bağı (S º º º G) mevcuttur. Bir baz çifti, yapısı itibariyle yakınındaki baz çiftlerini etkilemez. Bu azotlu baz-şeker-fosfat topluluğuna “nükleotit” denir. DNA, bir nükleik asit olup, temel birimi “nükleotit”tir. DNA’nın bütün nükleotitlerinde şeker ve fosfor grupları aynıdır. Nükleotitlerin farklılığı taşıdıkları bazlardan kaynaklanır. Nükleotitler taşıdıkları azotlu bazlara göre adlandırılırlar: Adenin nükleotit, guanin nükleotit, timin nükleotit, sitozin nükleotit. Bu DNA molekülünü yapan nükleotitlerin belirli bir sıra ve düzenle dizilmeleriyle molekül boyunca gen blokları meydana gelir. Sadece şeker ve bazdan oluşan birleşime ise nükleosit denir. DNA molekülündeki sarmallık sağa doğrudur, her on çift nükleotitte tam bir tur tamamlanır. DNA genetik bilgi deposudur. Mikroskopla bile görülemeyen bu sayılamayacak kadar bilgiler, gayet muntazam olarak yerleştirilmiştir. İnsan vücudunun planını içinde taşıyan bu muhteşem yapı kendisini inceleyen ilim adamlarını hayretler içinde bırakmakta ve DNA’dan bahseden ilmi eserlerin pek çoğunda bunu yaratanın azamet ve büyüklüğü dile getirilmektedir. DNA’nın iki görevi vardır: Birincisi hücre bölünmesinin hazırlıkları sırasında kendi kopyasını yapmasıdır. Kromozomların ikiye bölünmesi sırasında DNA molekülü kendisinin bir kopyasını yapar, buna replikasyon veya duplikasyon denir. Bu olay yavru kromozomda aynı kısımların bulunabilmesi için gereklidir. DNA’nın kendini eşlemesi esnasında, iki sarmal ipliği bir arada tutan hidrojen bağları adeta bir fermuar gibi açılır. Açıkta kalan pürin ve pirimidin nükleotitlerin uçları, hücrede önceden sentezlenmiş nükleotitlerle tamamlanır. Böylece birbirinin aynı olan iki DNA meydana gelmiş olur. Hücre bölünmesinde her biri bir hücreye gider. İkinci görevi, kendinde toplanmış olan bilgiyi RNA’ya (Ribonükleik asit) vermesidir. Bu işleme transkripsiyon denir. Transkripsiyonun esası DNA kalıbı üzerinden RNA’nın direkt olarak sentezlenmesidir. Böylece DNA’daki bilgi RNA’ya aktarılmış olur. RNA’daki toplanan bilgi ribozomlarda tercüme edilerek protein, enzim gibi maddelerin sentezinde kullanılır. Kromozomlarda bulunan genler DNA yapısındadır. Her canlı bireyin ve neslinin hayat planı hücre hafızasını meydana getirir. DNA molekülleri şifrelerle kodlanmıştır. DNA’nın yapısına giren bazların (A,T,G,S) her biri şifre sembolü olarak kullanılır. Hayatın dili bu dört harfli alfabeyle DNA moleküllerinde yazılmaktadır. DNA’nın ipliklerinde ard arda gelen üç nükleotit bazı bir mana (şifre) ifade eder. Dört farklı nükleotitle arka arkaya 64 şifre kodlanabilir (AAA, AAS, AAG, AGS, vb.). Şifrelerin DNA’daki sıralanışlarının değişmesiyle ise binlerce mana ifade edilebilir. DNA’lar, kendilerinin kopyalarını yaparak, üreme hücreleriyle hayat şifrelerini nesilden nesile iletirler. Canlıların vücut yapılarının ve karakterlerinin (mavi gözlülük, kıvırcık saçlılık, çekik gözlülük vs.) cansız bir molekülde şifrelenmesi ve bu molekülün otomatik olarak kendisinin kopyasını yapabilmesi, daha açık bir ifadeyle hayat sırrını kendinde kapsaması özelliğine fen adamları hayretle bakmakta ve bunların ancak ilahi bir kudretle mümkün olabileceğini ifade etmektedirler. Bazı sebeplerden dolayı DNA’daki genlerde yapı değişiklikleri görülebilmektedir. Bu değişmeler yavru hücrelere de aynen geçer. Bu durum bazan kansere sebeb olabilmektedir.
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi